28 Şubat 2010 Pazar

İSTANBUL

Seni görüyorum yine İstanbul,
Gözlerimle kucaklar gibi, uzaktan.
Minare minare,ev ev,
Yol, meydan.

Geliyor Boğaziçi'nden doğru,
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi.

Bir yanda, serin sabahlarla beraber,
Doğduğum kıyılar:Beşiktaşım.
Baktıkça hep semt semt, yer yer,
Beş yaşım, on beş yaşım,ah yirmi yaşım!

Durmuş bir tepende okuduğum mektep,
Askerlik ettiğim kışladır ötesi.
Bir gün, bir kızını benim eden
E velendirme dairesi.

Benim de sayılmaz mı oralar?
Elimi tutar gibi iki yanımdan,
Babamın yattığı Küçüksu,
Anamın toprağı Eyüpsultan.

Önümde açık kollarıyla Boğaz,
Çengelköy'den aktarma Rumelihisarı.
İstanbul, İstanbul'um benim,
Kadıköy'ü, Üsküdar'ı...

Gün olur köprü ortasında durur,
Anarım, Adalarda çamların uykusunu,
Gün olur, Beyoğlu'nu özler içim,
Koklamak isterim Tünel'in kokusunu.

Bulut geçer üstünden,
Gemi gelir yanaşır
Bir eski türküdür, kulağıma fısıldar:
"İçi dolu çamaşır".

Göğünde tanıdım ayın ondördünü,
Kırlarında bilirim baharı,
Her şey, içimde her şey,
İstanbul yadigarı.

Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle,
Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir,
Ey doğup yaşadığım yerde her taşını
Öpüp başıma koymak istediğim şehir!
ZİYA OSMAN SABA
Şair, İstanbul'un hayatına nasıl nüfuz ettiğini güzel anlatmış... İstanbul adına şiirler yazılmış şanslı şehirlerdendir.Ya da İstanbul'u yaşadıkları için şairler şanslı...Şairin bahsettiği yerleri fotograflamak gerekirdi ama İstanbul'un diğer kısımlarını da sevdiğine eminim. Kendi semtimle ilgili bir kareyi de koyuverdim.

23 Şubat 2010 Salı

KAHVEHANE-KAHVE

Şark Kahvesi'nden bahsedince kahve konusuna girmek gerekir dedim.
Peçevi'nin "Keyf erbabının keyiflerini artırır, cana can katar."diye övdüğü kahve benim de gözdemdir.Kahvenin kendisi kadar içildiği mekan da önemli.Kahvehane,kahve dükkanı işte...
Nezihlik,modernlik göstergesi olsun diye "cafe" denmesini komik buluyorum.Daha ötesi gurur kırıcı. Bizim kahve kültürümüz Avrupalılardan 115 yıl daha eski. Kahve ülkemize 1543'de girdi,1555'te İstanbul'da ilk kahvehaneler açıldı.Avrupa'da ise 1653'te Fransa'dan girmiş, içmeye başlamaları Paris elçimiz Süleyman Ağa sayesinde birkaç yıl sonra olmuş. Avusturyalılar da Viyana elçimiz Mehmet Ağa sayesinde tanımışlar...
İstanbul'da yüzlerce (Osmanlı İstanbulu nun nüfusu şimdikinin 1/7 i kadardı!) kahvehane sadece kahve içilen değil,geleneği göreneği olan, hayalcilerin,Pişekar ile Kavukluların, meddahların, ozanların icra-ı sanat eyledikleri sosyal toplanma mekanlarıydı.
Yukarıda verdiğim bilgileri Salah Birsel'in "Kahveler Kitabı"adlı eserinden aldım.Bilgileri ilginç, dili kahve kadar lezzetli bir kitap .
Evliya Çelebi 1630'da İstanbul'da 55 kahve saymış. dükkanlar binleri bulmuş. Bu mesleği ilk yapan kişinin yani kahvecilerin pirinin Şeyh Şazeli hazretleri olduğunu yazmış(Her mesleğin bir piri varmış)Kemerini Veysel Karani bağlamış.
Kahvehanelerin zamanla değişmesi doğaldır.Eskinin aynı zamanda berber dükkanı olan kahvelerini aramak abes olur. Ama herkesin gidebildiği kahvelerin çoğu "cafe" diye adlandırılmış.Onlara gidip oturmayı istemiyor canım...
Kitaptan tam bir alıntı:
"xıx.yy.da İstanbul'da kahve 20 paraya içilir.Kırk para verenler ise çokça saygı görür.Ama bu saygı kimseden esirgenmez.Denilebilir ki,Türkler kadar insansever, Türkler kadar demokrat ruhlu insan azdır şu yeryüzünde.Theophile Gautier yırtık pırtık giysili serserilerin kahvede şıkırdım giysili kişilerin yanına gelip peykelere kurulduğunu görünce çok şaşırmıştır.Hele kendi altın işlemeli kollarını yanındakinin yağlı,pis kolundan kaçırmayan insanların tutumu onu iyiden iyiye büyülemiştir.Gautier, Türklerin yabancılara gösterdiği saygı üzerinde de durur.Ona göre ,Paris'teki cakası bol kahvelerden gidecek olan bir Türk orada alaylı taşlamalar,kaba davranışlarla karşılanır.Oysa Türk kahvelerinde yabancılara terbiye dışı hiçbir davranışta bulunulmaz."
Hoş değil mi? Yazıyı bir zamanların Kahvehane duvarlarında en çok görülen levha ile bitireyim.
"Gönül ne kahve ister ,ne kahvehane
Gönül ahbap ister , kahve bahane "

22 Şubat 2010 Pazartesi

ŞARK KAHVESİ'NDE BİR MOLA

Kapalıçarşı, insanın geçen zamana dokunabildiğini çoğu mekandan daha iyi duyumsayabildiği bir yer.Nabzı atan, nefes alan bir mekan.
Yolumu sık sık oraya düşürürüm. Kuzenim ,sevdiğim yerleri seven , beraber dolanmaktan keyif aldığım birkaç kişiden biridir. Kapalıçarşı'ya gittiğimizde illa Şark Kahvesi'ne uğrarız. Atmosferi , kadim kapalı sokakları seyretme olanağı vermesi,lezzetli Türk kahvesi ile çekicidir.
Kuzenin dışarıyı(!) seyrederken cama akseden görüntüsü sevdiğim bir fotograf verdi bana.

ÇEMBERLİTAŞ



Bizans'ın Forum Augusteion'undan Forum Constantinus'una doğru gidelim. Yani Sultanahmet'ten Çemberlitaş'a... Konstantinopolis'in meydanlarından birindeyiz.Adını İmp.Constantinus'tan alan bu meydanın ortasına görkemli bir taş anıt dikilmiş .Yıpranarak da olsa günümüze ulaşmayı başarmış.Bizanslıların Constantinus Sütunu dediği yaklaşık 5o m lik bir taş var karşımızda.Şimdi yaşlı insanların kısalması gibi boydan kaybetmiş haline bakmayın.Zaten restore edilmekte.Gerçi boyunu uzatacaklar mı bilmem ama üzerine Apollon heykeli koymayacakları kesin!Bu koca taş 328'te dikilmiş .
Dörtgen bir kaidenin üzerindeki taşımızın üzerinde bir zamanlar Apollon'a benzetilmiş İmp Konstantinus heykeli varmış.Bu yakışıklı antik çağ tanrısı Zeus'un oğlu olur.Okçudur ve onun oku ile ölmek tatlı bir ölümdür.Ozanların piri diye bilinir.Hekim tanrı Asklepios'un babasıdır.Işıklı tanrıdır yani Phoibos Apollon'dur.Bu Contantinus-Apollon ,Çemberlitaş'ın üstünden Konstantinopolis'i seyredermiş.Apollon Anadolu kökenli bir tanrıdır. Daha fazla bilgi için mitoloji sözlüklerini karıştırınız.Eğer günümüz ünlülerinin kimin eli kimin cebinde bilinmez tarzı hayatları ilginç geliyorsa emin olunuz antik tanrıların özel hayatlarında yaptıklarının yanında sütten çıkma ak kaşık sayılırlar!Ciddiyim ...Kendini Apollon'un parıltısına sahip şekilde betimleten imparatorun biraz megoloman olduğunu düşünüyorum ama onun sayesinde dünyanın en önemli şehirlerinden biri inşa edildi ,üstüne gitmemek lazım.
Taşımız 9 porfir parçadan oluşuyor. 5. yy da alt kasnaktan bir parça düşünce demir halkalarla sağlamlaştırılmış. Yine 5. yy da heykelden parçalar düşmüş.Yangınlardan zarar görmesi yetmezmiş gibi 6 ve 8. yy ‘lardaki depremler bazı parçalarının kopmasına sebep olmuş. Dahası 12. yy da bir fırtınada heykel ve 3 kasnak düşmüş(insanların üstüne!) Zamanın imparatoru sütunu yeniletmiş ,üstüne korint tarzı bir başlık ve haç koydurmuş.İyice sadeleşmiş anlayacağınız.(“Sütun çeşitleri” güzel bir yazı konusu olabilir,kaydedildi.)
16 yy da biz Türkler çemberle sağlamlaştırmışız ve bilin bakalım ne ad vermişiz sütuna?
Ve haydaaa 17.yy da 2 ciddi yangın 17.yy da deprem 18.yy da yine bir yangın atlatmış.Bayanlar baylar ,karşımızdaki , tam anlamıyla badireler atlatmış ama dimdik ayakta kalmayı başarmış en az 1678 yıllık bu esere saygı gösterip ayağa kalkıyor ve selamlıyoruz. (Lütfen yenilemeyi hatırlatmayın ! O zamandan bu zamana geçen süre dahi bir sürü eski -yeni dünya – eserinin tarihinden daha fazladır...)
Şimdi 35 m olan bu sütunun dibinde pagan ve hristiyanlıkla ilgili kutsal kalıntılar olduğu rivayeti var. Dibini kazmaya kalkmazsınız biliyorum ama olur da şeytana uyarsanız o civarın yol bakım yapım,su ,elektirik,kanalizasyon vs için yeterince kazıldığını hatırlatırım.(Hiçbir şey çıkmadı kardeşim ,yorma kendini.) Özür dilerim ... En son Abdülbaki Gölpınarlı'nın evinin soyulduğunu öğrendim.Bu haberler son bulmayacak biliyorum ama üzülüp sinirlenmemek imkansız.
Eski forum geniş ve ferahmış ,kenarında senato falan varmış .Şimdi Çemberlitaş cüssesine yakışmayacak bir alanda dikiliyor.Yanıbaşına tramvay durağı yapıp iyice sıkboğaz etmişiz. Ben çevresindeki yeni dönem yapıların yıktırılmasının ne iyi olacağını düşünürken eldeki bulgurdan olmuşuz.
Not:Çemberlitaş'ın Bizans hanedanını (galiba) hastalık ve fesattan koruduğuna inanılırmış.Bu bilgiyi bir sitede gördüm.''Bizans oyunları' sözünü bilirsiniz..Hanedan içinde o kadar fesatlık vardı ki dışarıdan gelenler sinek ısırığı gibi kalırdı!Eğer kastedilen bizim hanedansa aynı durum onlar için de geçerli idi.Sonuç olarak taşın tılsımı hanedanları ne hastalıklardan ne de fesatlıktan koruyamamış, görevini yapamamıştır. (2006)

19 Şubat 2010 Cuma

AUGUSTEİON SÜTUNU


Bu sütunu göremeyeceksiniz. Çünkü artık yok !
Konstantinopolis imar edilirken şimdiki Ayasofya'nın yerinde başka bir Ayasofya vardı ve önü Augusteion Meydanı'ydı.Şehrin kurucusu Constantinus, meydanın ortasına üzerinde annesi Helena'nın heykeli olan porfir(bir mermer çeşidi) bir sütun diktirmiş (4.yy.). I.Theodosius sütunu değiştirip ,üzerinde kendi gümüşten heykeli olan bir tane diktirmiş(4.yy.sonu)! I. Justinianus da aşağı kalır mı !.. O da sütunu değiştirip yerine tuğla ve mermerden yapılmış 35m yüksekliğinde yeni bir tane diktirmiş(6.yy).Üzerine de gerçek ölçülerinin 3-4 katı büyüklüğünde atlı bir heykelini koydurmuş…1204 'teki Latin İstilası'ndan payını alan heykelin bronz kaplaması çıkarılmış! Meydan da yağmalanmış(kapılarına kadar)! 14.yy.da bir fırtınada zarar gören heykelin restorasyonu başlatılmış ama heyhat fetihten kısa bir süre sonra heykel yıkılmış. Nihayet 16.yy.da sütun yıkılmış.Su dağıtım merkezi yapımına kurban gitmiş.Heykel de eritilmiş. İşte Augusteion nam sütunun hazin öyküsü...

10 Şubat 2010 Çarşamba

EDİRNE'DEN HATIRA

Akçadam (5)
FU Edirne fotografı koy dedi. Favorimi seçtim. Bu sevimli çocuklar artık delikanlı ve genç kız oldular. Özden ve Özlem'in annesi Emine abla sohbeti keyifli, güleryüzlü tipik bir Trakyalı'dır. Ah, her yıl giderim diyorum Edirne'ye...Belki bu sene giderim. Tanıdıkları görmek güzel olur.

ÖRME SÜTUN - ÖRME OBELİKS



Yine At Meydanı'ndayız.3500 yaşında Dikilitaş,1600 yaşında Yılanlı Sütun veeee sırada yaklaşık 1050 yaşındaki Örme Obeliks. Bizans İmp.u 7.Constantinus Porphiyrogenetos'un dikilitaşı, nam-ı diğer Collesse...
Kaidesindeki Yunanca kitabe 7.Constantinus'un(911-955) dünyanın 7 harikasından Rodos Colos'u ile rekabet edecek bir harika yaratmak istediğini yazar. 7.Constantinus bu anıtı büyükbabası Makedonyalı I.Basileos için diktirmiş.
Şimdiki basit görünümüne bakıp burun kıvırabilirsiniz. Yapıldığı zaman üzeri I. Basileos'un başarı ve iyiliklerini anlatan kabartmalı bronz plakalarla kaplıymış. Düşünün Güneş ışığı vurduğunda altın gibi parlayan bir sütun! Üstü Dikilitaş gibi piramit şekliyle devam ediyor ve bronz bir küre ile sonlanıyordu. Görmüş olanlar! Bu şeklini hayal edebilirsiniz. Eminim harika görünüyordu. 1204'te Konstantinopolis'i istila eden Latinler de bayılmışlar…Ayılmışlar, bronz plakaları söküp küreyi indirmişler.Bir güzel eritip değerlendirmişler. Böylece şehri koruduğuna inanılan tılsımlardan biri cascavlak kalmış. Siz gene de giderseniz yanına, eski haline bakarmış gibi yapın üzmeyin bu güzel eseri,utanmasın ...
Bu anıtın şehri depremden koruduğuna inanılırmış. Şehrin tılsımlarından biriymiş anlayacağınız. İstanbul tarihinin depremlerle dolu olduğuna dikkatinizi çekerim. Bu anlamda başarısız bir çalışma...

9 Şubat 2010 Salı

BOĞAZİÇİ'NDE KIŞ



Sarıyer'den Kabataş'a gidiyordum.Yılın ilk karı yağmışken Sultanahmet'e gitmemek olmazdı.İyi ki makineyi almışım yanıma.Buğulu,sular akan camdan akıp geçen Boğaz görüntüsünü çektim durdum.Fena olmadı.Boğaz her mevsim güzeldir.Kışın yeşilini özellikle severim.

GOTLAR SÜTUNU



Bu dikilitaş Gülhane Parkı'ndadır.Ama ben onu görmek içinTopkapı Sarayı'nın Enderun-u Hümayun (İç Saray) denilen kısmına giderim.Padişahın özel alanı olan kısıma.Saray’ın ilk avlusunu geçiyorsunuz ,bilet alıp 2. kapıdan geçip 2.avluya giriyorsunuz. Kapıyı geçtiğinizde bir bina ile hapahap karşılaşıyorsunuz. (Orayı anlatırım bir ara …) Siz sağ veya solundan kıvrılıp ilerleyin. Soldan giderseniz “Kutsal Emanetler” kısmına, sağdan giderseniz “Hazine” kısmına doğru yol almış olursunuz. İkisinin arasındaki binalar silsilesinde ileriye geçişler olduğunu göreceksiniz. O minik yokuşlardan birinden inin ,geçtiğiniz yer çeşitli köşklere , Konyalı Lokantası’na :) ev sahipliği yapıyor. Siz yokuşu inince karşıya devam edin. Parmaklıktan dışarı, sola doğru bakın. İŞTE O TAŞ, BU TAŞ. Şimdiii, benim harika anlatımıma rağmen bulamadıysanız hata sizin! Orası benim için refleks gibi pek düşünmeden gittiğim bir yer.Hem sarayı gezmiş hem de sütunu görmüş olursunuz.
Kaidesiyle beraber 15m.'yi bulan sütunun üzerinde korinth stilinde, gövdesine uygun büyüklükte bir başlığı vardır. Başlığın üzerinde, bir zamanlar Byzantion'un kurucusu Byzas'ın heykeli olduğu zannedilmektedir. 3.yy. sonları veya 4.yy. eseri olduğu tahmin edilmektedir. Yani yaptıranı(banisi) Aurelius Cladius Gothicus, I.Theodosius veya I.Constantinus olabilir. İsimlerden isim beğenin ! Beyaz mermerden bu güzel dikilitaş bir Roma İmp.luk eseri olarak şehrimizi zenginleştiren bir anıttır. Tabii siz Gülhane Parkı'na gidip sütunun dibine kadar sokulabilir daha net görebilirsiniz.Ne sıkıcı:)Sonra da az ilerisindeki Setüstü denen çay bahçesinde oturabilirsiniz.Manzara harika .
Bir Osmanlı sarayında gezerken farklı bir dönem ve üslupta anıta rastlayıverip şaşırırsınız. Şaşırmayınız,burası İstanbul! Medeniyetlerin üst üste geldiği ,hala varlıklarını gösterebildikleri özel bir şehir... 2. kapıdan -paralı!- geçtiğinizde mutfaklar tarafına – üstünde bir sürü baca olan kısım-sağa doğru bakın,devasa sütun parçaları göreceksiniz –ait oldukları binanın cüssesini hayal edin bir de! – işte onlar da Bizans (Doğu Roma)İmparatorluğu’na aittir.Hmm, sütun başlıkları için bir yazı iyi olabilir…Benim için..Burayı bildiklerimi tekrar hatırlayabilmek için oluşturdum.
Sonuç olarak Osmanlı Sanatı yanında nasılsa gözden kaçırılan bir Doğu Roma sanat eseri Topkapı Sarayı’nın dibinde fark edilmeyi bekliyor.Bir bakışı çok görmeyin vesselam.

7 Şubat 2010 Pazar

YILANLI SÜTUN - BURMALI SÜTUN



Bir zamanlar Bizans vatandaşlarının en çok ilgilendiği konulardan biri Hipodrom'daki at yarışları idi.Bizim futbola düşkünlüğümüzden daha da fanatikçe bir zevkti onlar için.Hipodrom İstanbul'un en güzel ve eski yapılarından biri idi.Şöyleki,bugün ayakta olan 3. Ayasofya Kilisesi'nden daha önce yapılmış bir Roma İmp.luk eseridir.Onun hikayesini de başka zaman anlatacağım.Hipodrom'un ortasındaki spina duvarına herbiri şaheser olan 10'dan fazla anıt dikilmişti.Onlardan geriye sadece üçü kaldı.Önceki yazıda anlattığım Dikilitaş,Yılanlı Sütun ve Örme Sütun.
Yılanlı sütun taş değil tabii.Bir Yunan eseri.Yunanlılar M.Ö. 5.yy. sonlarında Perslere (İranlıların ataları) karşı Salamis ve Plateia Savaşları'nı kazanmışlar. Bu savaşlarda ele geçirdikleri tunçtan Pers silahlarını eritip döküm tekniği ile bu anıtı yapmışlar,zaferleri hep anılsın diye.Sütunu Delphoi'deki (Yunanistan'da bir antik şehir) ünlü Apollon tapınağına hediye etmişler.Tapınağın ünlü altın kazanının bu özel sacayağının üstüne konulduğu söylenir.
Sütun İstanbul'un 2. kurucusu sayılabilecek Roma İmp.u Constantin tarafından 4. yy.da tapınaktan alınıp Hipodrom'a dikilmiş.
Üç yılanın birbirine dolanması ile oluşan sarmal gövde 6,5m yükselir,yılanların başları birbirinden ayrılıp 3 ayrı yöne bakar şekilde sonlanır(dı).Toplam yüksekliği 8,5 m kadarmış.Şimdi 5,5m'lik bir gövde görüyoruz sadece. Sütun 17.yy'da maalesef tahrip edilmiş.
Yılan kafalarından biri bugün İngiltere'de British Museum'da ,birinin üst çenesi İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndedir.Bizdeki 1856'daki bir kazıda ünlü Fossati kardeşler tarafından bulunmuş.Ama müzeye gidip göremezsiniz çünkü sergilenmiyor.Eski gravürlerde ,minyatürlerde bütün halini görmek mümkün... Uygun bir fotograf bulup koyamadım.Çekeceğim inşallah.
Sütunun altında yazılar bulunmuş. Bunlarda savaşlara katılmış 31 Yunan kentinin adları varmış.
Evliya Çelebi diyor ki:''İstanbul'da 17. tılsım Burma Direk'tir.Bu direk 3 başlı bir ejderha suretini gösterip başının birisini bir yeniçeri bir vuruşta kırmıştır.O tarihte kısmen tılsımı bozulmuş olan İstanbul içine yılan ve çiyan ve akrep misali hayvanlar yayılmışlardır.''
Bir rivayete göre de Fatih Sulatan Mehmed'e yılan başlarının tılsımından bahsedilmiş ve Fatih hurafelere inanmadığını bildirmek üzere yılanlara gürzünü atmıştır.(H.Şehsuvaroğlu)
Burma Direk 2400 yıllık bir anıttır.Yaklaşık 1600 yıldır İstanbul'da ikamet etmektedir,vesselam.2006 Foto 2010

6 Şubat 2010 Cumartesi

DİKİLİTAŞ - I.THEODOSİUS DİKİLİTAŞI



Hani Sultanahmet'te At Meydanı'ndaki,nam-ı diğer Hipodrom'daki...Çok kişi bu 30 m.lik taşı beğeniyle seyredip geçer. Siz bir daha gittiğinizde karşınızdakinin İstanbul'un ortalıktaki en eski yapısı olduğunu bilerek bakın. Dokunamayacaksınız ama (İyi ki!) tam 3500 yıllık bir sembole baktığınızı bileceksiniz. Üzerinde MÖ 1500'de Mısır firavunu olan III.Tutmosis nam adamın destanının yazılı olduğunu bileceksiniz. Gerçi Tutmosis onu Sultanahmet'te sergilensin diye yaptırmamıştı! Gün olmuş devran dönmüş, güçler yitirilmiş. Gün Romalıların olduğunda Jülyen MS 4. yy.da İstanbul'a nakletmek istemiş ama ömrü vefa etmemiş. Bizans İmparatoru I.Theodosius 390'da getirtmeyi başarmış . Gemi Marmara kıyısına yanaşmış. Dikilitaş, Hipodrom'a kadar yapılan özel bir yoldan tam 33 günde getirilip spina duvarına dikilmiş. (Şu an Dikilitaş,Örme Sütun ve Yılanlı Sütun'un durduğu hat yarış arabalarının etrafında döndüğü yatay bir dikdörtgenler prizması şeklindeki spina duvarı idi.) Dikilitaş,Bizans yapımı bir kaideye oturtulmuştur ki farklı taş ve işleniş hemen kendini belli eder.Sütunumuz kırmızı granittir ve sağlamlığı ayandır.Theodosius bu zorlu girişimi boşuna göze almamıştır. Hem halka gücünü göstermek hem de üzerindeki hieroglif yazılar sayesinde halk üzerinde tılsım oluşturmak istemiştir.Kötü bir cümle oldu. Neyse,bir savaşın ardından zaferinin anısına diktirmiştir.Böylece hem Tutmosis hem I.Theodosius anılmak için taş dikmişlerdir işte...Dikildiği tarihte yaptırılan kaidenin 4 yüzünde 181 figür ve 2 kitabe vardır. İmparator ve ailesini maiyetleri ile localarında gösteren kabartmaların yanı sıra sütunun nasıl dikildiğinin hikayesi de işlenmiştir bu kaideye.
Mısır medeniyetinin bir eseri ama 390'dan beri yani 1615 yıldır İstanbul'da ...(Yazıyı 2005’te yazdım) Yakın döneme kadar merkezin en yüksek anıtlarından biriydi. Konstantinopolis'in ve İstanbul'un iyi kötü günlerine şahitlik etti.Bu güzel eser korunmayı hayranlıkla bakılmayı hakkediyor.Yapan ve yaptıran Mısırlılar,getiren Bizanslılar , yok etmeyip 20.yy. a devreden Osmanlılar, koruması gereken Türkiye..Bence Dikilitaş madde olarak İstanbul'un ağırlından fazlasıyla altın kıymetindeki eserlerinin en önde olanı.Kendi topraklarından çok uzağa gitmek zorunda kalmış bir emanet.Umarım 3500 yıllık bu taş bundan sonraki deprem,yangın gibi felaketlere de göğüs gerer . Bazıları duymasın ,bizim altın taşlarımız var gerçekten.
Yoruldum bre !Diğer taşlar bekleyecek...(2006)

YOROS KALESİ'NDE BİR HAZİNE



Fotograf kursuna devam ettiğim yıl bir arkadaşımla Anadolu Kavağı'na fotograf çekmeye gittik. Yoros Kalesi'ne çook sıcak bir günde perişan şekilde çıktık. Harap bir kahve ile karşılaşmak süpriz olmuştu. Oturacak eski 2 koltuk bir sehpa bizi bekliyordu. Türk kahvesi getiren kahveci Roman bir kadındı. Güleryüzlü bir evsahipliği gösterdi. Çok çekingen olduğum için modelli çok az fotografım vardır. Bu hanım ördek yavrusu ile fotografını çekmemi istedi:)
Hiç yönlendirmedim ,kendisi pozdan poza girdi. Çektiğim en güzel fotograflara vesile oldu.

İSTANBUL’UN DAĞI TAŞI ALTIN - GİRİŞ

Anılmak için ne yaparsınız? Bilim adamları bir tarafa çünkü onlar icat ettikleri, keşfettikleri şeylerle iyi veya kötü belli çevrelerde her daim anılır. Ben toplumun büyük kesiminin yaşarken tanıdığı nefret veya sevgi ile andığı ünlüleri kastediyorum. Sanatçılar çok uzun zamandır bir şekilde imza atıyorlar eserlerine. Antik çağın adı bilinen sanatçıları da var mesela. Siz yönetici olduğunuzu düşünün. Bugün için bir binaya, sokağa, parka filan isminizin verilmesi hoşunuza gider değil mi? Ama insanlar adınızı önce bilinçle ve sizi düşünerek söyler, ama zaman aşımına uğradığınızda yeniler sadece telaffuz eder. Eski büyük adamlar işi sıkı tutmuşlar. Binlerce yıl sonra bile adları anılsın deyu olağanüstü saraylar,tapınaklar,mezarlar,efendime söyleyeyim anıtlar yaptırmışlar. O zamanlar kim kıyıcı ve zeki ise baş olmuş ,sülalesine güç ve servet kazandırmış. Ama ardıllarının çoğu da en baştaki atası ile kalmayıp kendi isminin hatırlanmasını garantiye almak için uğraşmış. Sonuçta dünyanın hemen her yerinde arkeologların, sanat tarihçilerinin, tarihçilerin, hukukçuların keşfede keşfede, inceleye inceleye bitiremediği bir malzeme bıraktılar. El yapımı, akıl ürünü, bugünlere referans olarak bırakılan harika eserler onları zamana rağmen hatırlamamız için dürtükleyip duruyor bizi. Helal olsun deyip girizgahı bitiriyorum.
İstanbul'daki taşların bazılarını konu aldım. Tabii ki yapıldıktan 1-2 sene sonra sökülen , yerlerine aynı özensizlikle başkalarının konulduğu taşları değil... Ünlü binalar da değil. Gerçi insan elini dokundurup İstanbul’un “Yeni” diye anılan ama Amerika'daki en eski yapıdan daha eski ve değerli olan Eminönü cami'nde de huşu duyup ''350 yıllık bu taşlar ne güzel'' diye iç geçirmiyor değil. Veya Haliç kenarındaki bir camiye bakıp hemen fetih sonrası yapılan küçük yapının kötü restorasyon yüzünden neredeyse bugün eskiye öykünülerek yapılmış kötü mimari örneklerine benzetilmesine bozuluyor. Ama o taşların 550 yıllık olması yapanları da yaptıranı da anmak için iyi bir sebep.Hay Allah ,iyice düşünmemişim-yine- konuyu dağıtıyorum. Tamam, konu dikilitaşlar.

BAŞLANGIÇ

Kahvaltı sırasında henüz uyanamamışken giriş yazısı yazmak pek akıl karı değil.Velakin ,en nihayet bir ismi kabul ettirebilmenin ve bu kayıt penceresine ulaşabilmenin keyfiyle yazmaya başladım.Düşüncesizce yazmak uzun zamandır yaptığım, kardeşimin onayladığı bir durum!
İstanbul evvelden ,gelenleri değiştiren,saygıyı talep eden bir şehirdi. Gelen sayısı ile müsemma artık gelenlerin değiştirdiği,saygıyı rica eden bir şehir oldu.Ben seviyorum bu şehri.Bir sürü ismi mevcut. Selçukluların kullandığı-Türkmenistanlılar hal-i hazırda kullanıyorlar-STAMBUL adını tercih ettim.Ama yek başına blog ismi olamazmış,ısrarla adımı ekleştirmeyi önerdiler...gul-stambul asgari müştereğimiz oldu.İçime sinmedi ama problem değil.
İş olsun diye başladım aynı zamanda hayırlı olmasını diliyorum.
...
Yukarıdaki paragraf kardeşimin blog ismini beğenmemesi üzerine yalan oldu!Bu yeni blogun isim annesi kardeşim oldu.Kızcağız benim isim takmadaki becerisizliğime kızdı.Faraza şu şu olabilir derken şeker İstanbul diye örnek verdi.Akılda kalıcı olsuna örnek! Ben gülmeye başlayıp olsun dedim:)Saçma bir isim ama şeker işte.Eh bu da hayırlı olsun.