30 Ocak 2013 Çarşamba

KIZGIN AMCA

Bugün kapalı, soğuk, sıradan bir gün Fu . Harika bir gün :)  Günün ortasında canım dışarı çıkmak istedi. Kavak'a gideyim dedim. Durağa gideceğime doğrudan yürümeye başladım. Minibüse yolda istediğim yerden binerim dedim. Hafiiften de atıştırıyordu, iplemedim :)  Müzik bile dinlemedim, günün kendi müziği vardı.  Sarıyer'den yürüyerek çıktım. Havanın kokusu köy köydü. Bir tarafta yeşil bitkiler bir tarafta deniz olunca bayağı Karadeniz kokuyordu işte. Bizimkiler koca İstanbul'da boşuna seçmemişler Kavak'ı ! Tam askeriyenin ( gazinodan sonraki yer ,ortada...) başına varmıştım ki dönemeçte yaşlı, şişman bir adam göründü. Fu, beni görür görmez nefes aldı ve çoook yüksek sesle "Deli kadın ..." diye başladı. Benim ödüm koptu.  Bana hitap edeceğini anladığım an içimden ,hayııır, diye çığlık attım.  Ve o elindeki siyah naylon poşeti bana doğru sallayarak şöyle devam etti : " Kalktı Sarıyer'e gitti. Sonra da arayıp bluzum evde kaldı, getir diyor. " Öyle sesli,öyle kızgın bir o kadar da dertli ki beni bir gülme aldı. Ona "Siz de yola koyuldunuz.  " dedim. " Şerefsiz, altmış yıllık karım , boşayayım mı? " O konuşurken  sadece ilk başta duraksadık,  devamında ikimizde ilerledik . Birbirimizi geçerken soruyu sordu ben gülerek  "Boşamayın." dedim .  Amca yoluna ben yoluma ... Kavak'a kadar gülümsedim. Böyle bir diyalog orada olur mu? O anın sihrini anlatamam, amcanın kızgın dertli enerjisini... Bunu paylaşmak istedi, etrafta kimse yoktu, bana rastlayınca kusuverdi  :) Belki teyzeyle karşılaşınca o kadar bağırmamıştır  :) Türkiye İstanbul nokta.

GALATA KÖPRÜSÜ


 Üzerinden ilk geçtiğim Galata Köprüsü sallanıyordu. Dubaların üstünde kuvvetli dalgayı da ağır taşıtların geçişini de hissedebiliyordum. Üniversite boyunca hergün iki kez üzerinden geçtim. Bana viran ama sempatik gelirdi. Aslında üniversitenin ilk yılında bir süre bakımda olduğundan tek şerit işliyordu, Eminönü'ne gidenler Unkapanı Köprüsü'nü kullanıyordu. Trafik çilesi henüz toplu taşımayı bünyeme alıştırmaya çalışan ben acemiye feleğini şaşırtmıştı. İlk yıl ciddi ciddi öğrenci yurdunu düşünmüştüm Fu !
Sonra, galiba 1991'de yandı benim beşik köprüm(Baktım 1992 imiş).  İnşaat şirketi STFA' nın koca levhasını çoook uzun süre gördüm. Yeni köprüyü sabırsızlıkla bekledim. Sonunda bitti. Nedense hayal kırıklığına uğradım. Çok özellikli- ne bileyim karakterli mi desem - gelmedi bana. Neyse ne, yenisine de alıştım artık . Üzerinden geçerken önce Eminönü'ne sonra Sarayburnu'na,en son Haliç'e doğru bakarım.

    KÖPRÜ  TARİHİ                                                                         1-Osmanlı'ya kadar Haliç üzerinde sağlam bir köprü yapılamamış
* 2- Fatih varilleri birleştirip üzerlerine tahta döşetmiş, 5 insan genişliğinde sal-köprü yaptırmış. Pek dayanmamış.
 3- II. Beyazıd yaptırmak istemiş ... Olmamış.
 4- II.Mahmud 1836'da birbirine bağlı sallardan bir köprü yaptırmış.  Epey genişmiş.  Ama şimdiki Atatürk Köprüsü yerindeymiş.  Geçiş parası alınmadığı için halk köprüye "Hayratiye" diyormuş.Sonra "Mahnudiye"demişler! (Ücret?!)
*5-1845'te Karaköy-Eminönü arasında ahşap bir köprü yapılmış.
"Cisr-i Cedid"  yani Yeni Köprü ! Ücretliymiş.
6- 1862'de bir Yahudi vatandaş Ayvansaray-Piripaşa arasında tahta kazıklar üzerinde bir köprü yaptırmış. Geçiş ücreti kayıkçıların ücretinden düşük olduğu için kayıkçıların işi bozulmuş. On gün sonra köprüyü yakmışlar !                                 
                                                                                          
7- 1872'de Mahmudiye'nin yerine yenisi yapıldı.
*8- 1877'de İngilizler Karaköy-Eminönü arasına yeni bir köprü yaptırdılar.Üzerinden tramvay geçen bu köprü 237.000 liraya maloldu.
     1912'de yerine yeni bir köprü yapıldı. Galata Köprüsü emekli olunca Unkapanı-Azapkapı arasında hizmet verdi. 1936'da bir fırtınada parçalandı. Yerine bu kez Atatürk Köprüsü yapıldı.
*10- 1912-1992 arası hizmet veren dubalı Galata Köprüsü gizemli bir yangınla kullanılamaz hale geldi.  Kalıntısı uzun süre Unkapanı'nda durdu. Sonra Balat-Hasköy arasına yerleştirildi. Şimdi iki ucu birbirine hasret olsa da halen varlığını sürdürüyor.
*11- Beşinci Galata Köprüsü yani 1994'ten beri kullandığımız bir baskül köprü. Ortasındaki 80 metrelik kısım açılabiliyor(muş). Ben hiç görmedim.Pek sevimli değil ama öyle bir yerde ki ve o kadar çok insan içinde ki İstanbul'un önemli bir motifi. Birgün üzerinden yürüyerek geçelim Fu.

!FU- Yararlandığım Türkiye İş Bankası Yayınları'nın "Bak Bir Varmış Bir Yokmuş İmparatorluk'tan Cumhuriyet'e İstanbul-National Geographic Fotoğraflarıyla" kitabı aynı adlı sergi için basıldı. Darphane-i Amire'deki sergiyi gezmiş ve mest olmuştum. NG dergisi 1800'lerin sonlarından beri yayınlanan İstanbul'la ilgili fotoğraf ve yazıları biraraya getirmiş. O fotoğrafları görmeni isterdim.
     Sana eski köprünün görüntüsünü Edmondo de Amicis canlandırsın. "Köprüde durunca bir saat içinde bütün İstanbul'un geçit yaptığı görülür... Rum, Türk, Ermeni kalabalığının içinde 'Destur! Savulun! ' diye bağıran koca bir haremağası... Yaya bir Müslüman, peçeli esire, kırmızı bereli ve uzun saç örgülü Rum, siyah faldettasını başına geçirmiş bir Maltalı, eski Yahuda kıyafetinde bir Yahudi, alacalı bulacalı bir Kahire şalına sarınmış zenci, hayalet gibi baştan aşağı kapkara giyinmiş Trabzonlu Ermeni... Bizans papazlarının libaslarına benzeyen elbiseleri ile Suriyeliler, etrafı kürklü külahlarıyla Bulgarlar, parlak meşin kasketli Gürcüler..."
    Eski İstanbul'un Galata Köprüsü fotoğraflarına bak lütfen...

13 Ocak 2013 Pazar

CİBALİ


 Bilir misin , hiç söyledim mi  Fu , ben Fatih civarını severim . Eskiden beri bir sürü akrabanın orada oturuyor olması bir yana eski İstanbul olması nedeniyle de severim. Su'nun dergi için Cibali'yi seçmesi ve fotoğraf çekmeye beni de çağırması iyi oldu.  Şimdiki aklım olsaydı okulda İstanbul Bizans'ı dersi için gittiğimiz her yeri ayrıntılarıyla çekerdim. Geçmiş ola...
Ümmühan teyzeme gidişimizi hatırlar mısın? Unkapanı'nda inerdik iç tarafa doğru yürürdük. Su ile Haliç'e doğru yürüdük.Cibali'nin bir kısmı Haliç kenarı asıl kısmı içte.Senin olmadığın bir yıl yine gidip sahilde dolaşmıştık.  Bu sefer iç tarafa azıcık göz attık. Çoğu eski tarz evler, oldukça da viran.  Bazı sokaklarda sadece iş yerleri var. Ele alınıp cilalansa turistlerin ağzı açık dolaşacağı sokakları var.
  Bu cami aslında Bizans dönemi bir kiliseydi. Fetih sonrası camiye çevrilenlerden .Bu sayede ayakta kalabildi.Camiye çevrilmeyenlerin ömrü kısa oldu. Şimdiki adı Gül Cami . Bizans adını bir türlü hatırlayamadım.Dur bakayım.
...
:) Bulduğum kaynakta adı Yunanca karakterlerle yazılmış.Senin böyle bilgilerle ilgili olmadığını biliyorum,geçiyorum.
Dur ama ben ilgiliyim...  Aya Theodosia imiş galiba.




 Bu yaşlı adam caminin karşısındaki tuvalet girişinde görevliydi.
Sempatik adam fotoğraf çekmemize de izin verdi.





Önce Beşiktaş'ta ayıldım. Sonra Beyazıt'ta tekrar farkettim. Doğma büyüme İstanbul'dayım, üstelik çocukluğum Kavak'ta geçti.  Otuzumdam sonra ,hıı, dedim.İstanbul'da asmalar sarmaşıklar en izbe yerlerde bile kullanılmış.
Genel olarak  evlerinin, sokaklarının görüntüsünü önemsemeyen bir halkız. Evin içi saray gibi olsun isteriz.  Dışının sıvasız,  boyasız, bahçesinin bakımsız olmasından rahatsız olmayız.  Güzel olanı taktir ederiz de güzel olmayan pek rahatsız etmez bizi.  Neden acaba?  Ama oraya buraya asmalar,sarmaşıklar serpiştirmey seviyoruz.
Bu evden eve uzanan veya bir duvarı örten bitkiler özensiz, derme çatma görüntülere öyle bir hava katıyor ki ...  Artık ayıldığım için mi nedir gözüm hemen seçiyor onları ve çok seviyor.  Ters ışık ...



 Kavak'ta dedemin evin karşısında Hayriye teyzenin evi vardı. Bahçesinde kırmızı üzüm asması vardı. Yazın harika bir gölgelik olurdu. Üzümler olduğunda çoluk çocuk dadanmasın diye topladıklarından bir kısmını dağıtırlardı. Özenli, ahım şahım bir bahçe değildi ama o bitki öyle bir hava verirdi ki kışın yaz gelse de yemyeşil olsa diye geçirirdim içimden ki bu 8-9 yaşındaki bir çocuğun düşüncesiydi.  Taktir ederdim o görüntüyü.
Al işte içi boş viran bir eski ev,  karşıki evden kendisine uzanan bitki ile şenlenmiş.




 Galata Kulesi'nin altında bir çay bahçesi var.  Yok burası değil!  Asmalı . Üzümlerin olduğu zaman gitmişim tesadüfen, yaprakların arasından salkımlar harika görünüyordu.  Aynı görüntüyü seninle paylaşmıştık Fu.  Kapalıçarşı'da hani Örücüler Kapısı'na giderken soldan girilen hanın avlusunda oturmuştuk.  Orada da asma vardı.  Seninle miydim, üzümleri övünce bir tabak getirmişlerdi !

Burası Kadir Has Üniversitesi'nin arkasında minik bir parkın yanı. "Albay'ın Yeri" diye bir kahvehane var. Oraya ait bu minik araba-büfede harika tost yapılıyor. Su ile kavurmalı kocamaan birer tost yedik.  Of of. İçine sürülen salçadan mı yoksa sağlıksız margarinden mi bilmem çok lezzetliydi.  Kahvehaneden çay geldi parkta yedik.  Öğrenciler çok şanslı.

 İç kısmı bırakıp sahilde yürümeye başladık.
Bu sevimli kahveye rastladık.
"Dükkanım Nikomedian"
Nicomedia İzmit'in Yunanca adı.
Sahibi galiba  Fransızca öğretmenliği okumuş bir hanım.  Ama bu minik, sevimli dükkana daha çok anne babası Saniye Hanım ve Kadri Bey bakıyorlar. Sohbetleri de ikramları da güzel.



 Dükkanın fotoğraflarını çekerken dışarı çıkan hanım , çekim parasını isterim, deyip gülümsedi. Bizi içeri davet etti.  Hava buz gibiydi (cidden). Teşekkür edip dönüşte uğrayacağımızı,  güneş ışığını kaçırmak istemediğimizi söyledik.




 Seninle mutlaka gitmeliyiz bu kahveye. İçi minicik lezzetli çay ve tartaletleri var.  Sahibesi senin gibi yeni tarifler bulup denemekten hoşlanıyormuş.  Özellikle organik malzemeler kullanıyormuş.  Ben elmalı çayıma eşlik eden çikolatalı tartaleti pek beğendim.






Dönüşte uğrayıp oturduğumuz kahvenin vitrinindeki sahibesinin yaptığı çam ağacı şıktı. Yılbaşı öncesi her yerde değişik çam ağacı modelerini görmeye alıştım ama bu yıl ki kadar ilginç olanlarını görmemiştim.


Doğru dürüst bir makine istiyorum!  İyi makine, iyi fotoğraf değil tabii ama mercekle oynamak, ayar yapmak yanılmak, düzeltmek istiyorum.
Bu görüntüdeki karmaşa Cibaliyi yansıtıyor bence.



Gemlik'e doğru denizi göreceksin
 Sakın şaşırma.
Orhan Veli'nin bu şiirini aklımda tutamamam beni üzüyor.




               İşte karşıdan karşıya bir yeşillik daha...




Cibali ve o civardaki semtlerin yüzü değişiyor artık.  Evler restore ediliyor, sokaklar güzelleşiyor.  Param olsa oralardan ev alırdım Fu.





Yazın tekrar gidip dolaşacağım. O gün donduk.
Garip bir yer Cibali. Bir şey var,  bir hava... Gizli, uzak, seni içine almayan,yabancı hissettiren...





Köşe evleri severim. Buna bayıldım.SATILIK...
Ah ah ,Büyükdere'deki köşe evler geldi aklıma...





                                       
   
                                  Bak sağdaki ev restore ediliyor.






Ne kadar pembe değil mi?  Bu yokuş oldukça dik.  Karlı günlerde çocuklara gün doğuyordur. Sabah bu yokuştan aşağı inmeye çalışmak kabus olur. Bizim yokuş bile fazla geliyor. Aman aman...
Adı Sancaklar Yokuşu




Su fotoğraf çekiyor diye baba kız bir süre beklediler.Uzun süreceğini anlayınca izin istediler :) 



Sancaklar Yokuşu'nun üstlerinde sağda Fener Rum Erkek Lisesi var. Yokuşun dibinden bakıldığında öndeki evlerin arkasından faklı yapı malzemesi ve tarzı ile ,bu da ne, dedirtiyor?





                             Kırmızı tuğlaları Fransa'dan getirtilmiş.
                             Halk " Kırmızı  Okul" diyormuş.

 
 Yokuşun daha aşağısındaki  bu sevimli evi görünce şaşırdım. Diğer evlerden farklı, çok da özenilmiş.


Gizli bahçesi var...




 Tuğladan, kapı ve pencere kapakları aynen bu ton maviydi.  BAYILDIM.

                                                      İki sokak arası ada nasıl?



Eski, sakin, çamaşırlı, asmalı, tarz, manzaralı ... Cibali.

Çok sevdim. Yine gelelim ,yine gelelim...

9 Ocak 2013 Çarşamba

SANA HİTABEN YAZACAĞIM FU

Daha çok sanat tarihi bilgilerime kendimi zorlayarak da olsa sahip çıkmak unutmamak adına blog yaptım. Ama bu blog işinin izleyicili olması biraz ürkütücü gelmişti.Sonradan kişilere kapatılabildiğini öğrendim, pek hoş.Herkes okumasa da olur ama okumak isteyen zaten özel birşey okumayacak kalsın .Zaten karışanım görüşenim tanıdığım 1-2 kişi tanımadığım 1-2 kişi. Sadece kendim ve o 1-2 kişi için bile olsa hitap beni zorluyor. "Sizlere" yazmak bana iş yapıyormuşum birilerine karşı sorumluluğum varmış hissi veriyor.Sadece sana yazacağım FU. Uzun zamandır mektup yazıyorum sana ,kolay olur.
Diyeceksin ki ayda yılda bir yazıyorsun bloğa, kalsın!:)
Şimdilik devam etsin.

8 Ocak 2013 Salı

CANKURTARAN GEZİSİ

 Ben,Su ve Fu. Yine zamandan çalıp fotoğraf çekmeye kaçtık. 2012 ilkbaharının tadını neşesini çıkardık! Tekrar hatırlayın neşelenin lütfen.
Yazılar sonra....
...
 Yandaki renkli görüntü Gülhane'den Sultanahmet'e çıkan yokuşun solundaki tatlıcınin vitrininden. Cama yansıyan görüntü karmaşası hoşuma gitmişti.İnsan suriçinde en basit fotoğrafta tarihi yansıtabiliyor:)
Cankurtaranda gördüğüm bu balkon fakir,sarı ve şahsiyetli geldi bana. Düz  duvarlı özelliksiz  bir binanın sıradışı sapsarı kargaşası sevimliydi.
 Sarı eternitli balkonun yan komşusu kırmızı laleli, en az onun kadar fakir ama üç çiçekle gören gözlere bayram yaptıran gönlü zengin pencere...
Günde beş vakit ezan kulağının dibinde söylenenlerin penceresi...
Sahipleri çoktaan terk-i diyar etmiş binanın penceresi... Artık sahibi biziz ama kenarını sokak lambasına kiralamışız.


Derme çatma bir evin derme çatma, çiçeksever penceresi... Hain kurt gelip üflerse belki ev yıkılır ama çiçekler grup olarak yere düşer.Sıkı sıkıya bağlanmışlar.
Cankurtaran'ı turistler kurtarıyor. Onca eski ev viran viran dururdu. Şimdi satın alınıp otel neyin yapıyorlar. Tekrar eski güzelliklerine kavuşuyorlar. Bu da dönüşmüş bir otel-evin penceresi...Yoksa restorant mıydı?
Bir tane daha ,dönüşmüş ; dönüştürenlerden birinin saksı seçimini beğendiğim, otel-evin penceresi...


 Bu fotografları yanyana koyamadım.Bu da daha çok yazı yazmamı gerektirecek.
Bu Gülhane Parkı'nın girişinde sağda, belediyenin hediyesi. Merci,kırmızı lale papatya karışımı hoşuma gider.İlk Beşiktaş-Yıldız yokuşu tretuvarında (kelimeyi doğru yazdığımdan emin değilim) görmüştüm.Başarılı...





Yukarıdaki resimlerin yanlarına yazamıyorum .Nedeeeen?
Hayır, sinirlenmeye gerek yok. Çiçek işte bakılıp geçilir. Ahan da geçtim bile...



Tamam bu çiçekler Soğuk Çeşme Sokağı'ndan.Hani şu Ayasofya'nın arkasında olan ,bir ucu Gülhane'nin diğeri Topkapı Sarayı'nın girişine çıkan, ah Fahri Korutürk gibi bu sokakta doğsaymışım dedirten sokaktan... Allah rahmet eylesin ,Çelik Gülersoy'u minnetle anıyorum.Sayesinde TURİNG  İstanbul'a ne güzellikleri geri kazandırdı.
Fu bir sonraki gezi Topkapı Sarayı'na olacak.Oraya beraber gittik mi hatırlamıyorum. Söz kafanı şişirmeyeceğim.Sadece sorularına yanıt vereceğim.Fotoğraf çekip Haliç ve Boğaz'a karşı kahve içeceğiz Konyalı'da.




Halide Edip'in Sinekli Bakkal'ın girişinde bir İstanbul sokağını tasviri vardır. Bakayım karşılıklı evler birbirine yakın mı, evet ; devrilecek gibi mi, evet; ahşaplar mı, evet.
Soğuk Çeşme olmayacak ( kişiye özel konut yok,hepsi turistlere özel.) biliyorum Cankurtaran'dan bir almak isterdim.
Yukarıdaki sokak (yanına yazmama izin vermedi!) sakinleri hem şanslı hem şanssız. Eski İstanbul'un eski evlerinde yaşıyorlar (Bilmem bunu ne kadar iplerler? Zira evleri eski olanlar ancak zenginlerse rahat otururlar.) ve önlerinden düzenli olarak şehiriçi tren geçiyor (Kaaabuus) .
Fekat güzel bahar gününde evinin önünde oturup ihtimal torunlarına giysi ören bu nineciğin yaydığı huzur hissi  nitelikli olmasa da mutlu kareler çekmemizi sağladı.
Ben bu sokakta yaşamak istemezdim.Tren sesi ...

İstanbul'un Marmara surları çoğunlukla iyi durumda. Burası dışa açılan kapılardan. Hala keyifle andığın Ahırkapı Şenliği'nin ilk yapıldığı yerde...

Su zıplıyor.Ben ve Fu çekiyoruz."Yakalayamadım bir daha" diye diye Su'nun canını çıkardık:) Ancak bu kadar yakalabildim. Sağol Su .